Milet Filozoflar kenti

Milet kalıntıları arasında dolaşırken, bir zamanlar bu kentte yaşayıp, evrenin gizlerini çözmeye çalışmış filozofları hayal etmeyi deneyebilirsiniz. Filozofların sözleri rüzgârla uçup gitmiş; evleri, içindeki eşyaları ve beraberindeki yaşamlar çoktan dağılıp yok olmuş… ve şehir, mermerden iskeletiyle çırılçıplak kalmış olsa da…

Eski Söke – Didim karayolu üzerinde, tarlaların arasından beliren tabelası ile kent, bir ovanın orta yerinde karşılıyor sizi.

Efsaneye göre, bir gün baş tanrı Zeus ile fakir bir Miletli, Milet agorasında bir konu üzerinde tartışırlar. İkisi de bir türlü geri adım atmayınca, tartışma uzayıp gider.

Sonunda canı sıkılan Zeus, tanrı olmanın ayrıcalığını kullanarak tartışmayı sonlandırır: “Bana bak, beni daha fazla kızdırma, şimdi bir şimşek çakar, seni cayır cayır yakarım!” Miletli köylü, korkmak bir yana, gayet sakin bir şekilde, “Koca Zeus, bu öfkenle haksız olduğunu nasıl da kanıtladın…” der. Hikâyenin sonunda Miletli köylünün akıbetini bilen yok; fakat kesin olan şu, Miletlilerin tanrıyla özdeş bir düşünce yapısına sahip olduğu… Bundan tam 2 bin 600 yil önce, akılcı düşüncenin ve felsefenin temellerinin bu şehirde atılmış oluşu da tesadüf değil…

Milet ismi mitolojik açıdan Apollon ile ilgilidir. Apollon ile Girit Krali Minos’un kızı Akakallis; Akakallis’in üç çocuğundan biri olan “Miletos”a, Minos’un kötülük yapmaması için onu dağa bırakır. Çocuğa kurtlar bakar. Daha sonra çobanların büyüttüğü Miletos, Anadolu’ya gelerek Menderes nehrinin kızı”Kyane” ile evlenerek “Miletos” şehrini kurar.

Milet M.Ö. 7. ve 6. yy.da en parlak dönemini yaşamıştır. Milet’liler özellikle M.Ö. 6. yy.da deniz ticaretini ele geçirmelerinden sonra Akdeniz ve Karadeniz’de kurdukları koloniler sayesinde etkinliklerini çoğaltmış ve zenginleşmişlerdir. Giderek Milet, İyon dünyasının başkenti haline gelmiştir.

Aristoteles’e göre, felsefenin gelişmesi için iki ön koşulu var: Öncelikle, felsefe yapacak kişinin “tuzu kuru” olmalı. Yani o kişi, maddiyat kaygısına düşmeden kendini sadece düşünmeye verebilmeli. İkincisi, kisi gerçek bir merak duygusuna sahip olmalı ve en doğal görünen gerçekleri bile sorgulayabilmeli. İşte, Milet’te bu iki koşulun bir araya gelmesiyle, tarihin gerçek anlamdaki ilk filozofu kabul edilen Thales ve onun devamında, Anaksimenes ve Anaksimandros ortaya çıkmış. Babillilerden aldığı astronomi bilgisi ve Mısır’dan getirdiği söylenen geometri bilgisi dışında Thales’in asıl önemi, aklına takılan sorularda. “Neyin var olduğu” ve “neyin gerçek oldugu” gibi sorular sayesinde Thales, o güne dek doğadaki her olayı ayrı bir tanrının varlığına bağlayan mitolojinin ötesine geçerek; her şeyin nedenini, doganin kendisinde aramaya basliyor. Thales ve ögrencilerinin “Fizikçiler Okulu” diye anılmasi ve pozitif bilimin temellerini attiklarinin söylenmesi de bu yüzden.

Thales’e göre, evrenin asıl maddesi sudur; her şey sudan gelir ve suya döner. Dünya, “okeanos” denilen dev bir su kütlesi içinde yüzen, düz bir tepsidir onun zihninde. Anaksimandros ise, dünyanın sıcak ile soğuğun birleşmesinden doğduğunu savunur.

Ona göre, yasam “ıslak” bir ortamda başlamıştır, ilk canlılar ise balığa benzer yaratıklardır. Bu düşünceleriyle, binlerce yıl önce ilk evrim düşüncesini ortaya atan Anaksimandros; dünyayı, boşlukta asılı duran bir silindir olarak tasvir eder. Anaksimenes’e göre ise, ruhumuzun bizi ayakta tuttuğu gibi, hava da dünyayı ayakta tutmaktadır. Görüldüğü gibi, ilk felsefi denemelere daha çok hayal gücü hâkim. Ancak gözlem yeteneğinin çok sınrlı olduğu bir çağda, bu olağan bir durum. İlkçağda denizciliğiyle parlayan ve zamanla önemli bir ticaret kenti haline gelen Milet; Büyük Menderesin kıyıyı doldurması sonucu, Ege sahillerindeki pek çok şehir gibi, bugün tarlaların içinden seyrediyor sizi. Büyük Tarihçi Herodotun “çalışan nehir” olarak tanımladığı nehirlerden olan Büyük Menderes; taşıdığı malzemeyle, sahil şeridinin yılda ortalama 6 metre kadar denize doğru ilerlemesine neden olmuş. Böylece, klasik dönemde Latmos Körfezi’nin ağzında bir sahil kenti olan Milet, zamanla denizden 10 km içeride kalmış. Bir zamanlar kentin karşısında bulunan Lade Adası, bugün ovanın ortasında bir tepeye; Latmos Körfezi ise, Bafa Gölü’ne dönüşmüş.
Kazılar süresince bulunan Girit seramiklerine bakılarak, ilk yerleşimin İÖ 1600’lerde, Giritler tarafından, doğuya giden ticaret yolu üzerinde bir ara-liman olarak kuruldugu söyleniyor. Ancak Ionların gelişinden sonra, kent büyük bir denizcilik ve ticaret merkezi haline gelerek; Karadeniz, Marmara ve Çanakkale Boğazı kıyılarında 90’a yakın koloni kuruyor.

Milet tiyatrosu

Milet’in ticari ve kültürel yönden yaşadığı altın çağ; İ.Ö. 494 yılındaki Lade Savaşı’nın ardından kentin Perslerin eline geçmesi ile son buluyor. Miletlilerin bozgunu, Yunan dünyasında öyle büyük bir trajedi olarak algılanıyor ki; Atinalı bir oyun yazarının Milet’in Düşüşü adlı dramı, sahnelendiği zaman bütün Atina ahalisini derin bir yasa boğuyor. Hatta, halkın ağlamaktan perişan olduğunu gören yönetim, yazarı yüklü bir para cezasına çarptırıyor.

Milet’i çevredeki diğer antik kentlerden ayıran bir başka özellik, Afrodisyas’ta olduğu gibi; çok büyük bir alana yayılmış olması. Priene’deki tiyatro nasıl en iyi Helenistik örneği temsil ediyorsa; Milet Tiyatrosu da, Yunan – Roma (Greko-Romen, Greco- Roman) tipinin en güzel örneklerinden biri. Helenistik dönemde 5 bin 300 kişilik olan tiyatronun kapasitesi, Roma döneminde 19 bin kişiye çıkarılmış. Bugün tiyatronun üçüncü katı yerinde, Bizans ve Osmanlılar zamanında kullanılmış bir kalenin kalıntıları yükseliyor; sahnenin ayakta kalan parçaları ve katlar arasındaki galeriler, tiyatro atmosferini büyük ölçüde canlı tutuyor. Bu galerilerin içinden geçen basamakları takip edip; Tiyatronun arkasından devam ettiğinizde; liman yerine ulaşıyorsunuz. Kentin 4 büyük limanından geriye kalan tek örnek bu. Triton adı verilen, yarı insan yarı balık şeklinde bir varlığın tasvir edildiği kabartmalı bir anıt, limanı işaretliyor.

Güney agora, onun batısında yer alan buğday ambarı, 100 metre uzunluğundaki tören yolunun kapısı, senato binası işlevini gören bouleuterion, 19 dükkanlı iyonik düzendeki stoa, üç katlı olduğu bilinen ve nymphaion adı verilen kent çeşmesi, Apollon’a adanmış bir açık hava tapınağı olan Delphinios Kutsal Alanı ve kuzey agora, kent merkezini doğrular nitelikte iç içe sıralanmış.

Ören yerinde ilk anda fark edilen yapılardan biri de, Faustina Hamamları. Anadolu’daki en büyük Roma hamamlarından biri olan bu yapıyı, Roma İmparatoru Marcus Aurelius, eşi Faustina için yaptırmış.

Soguk – sıcak – ılık kısımlar, soyunma odaları ve havuzun rahatlıkla gözlemlenebildiği yerde; havuz kenarında boylu boyunca uzanmış bir nehir tanrısı (Maiandrios) heykeliyle bir de aslan figürünün kopyası duruyor. Bir zamanlar, aslan heykelinin ağzından ve tanrı heykelinin kaidesinden gelen suyla havuz doldurulurmuş. Heykellerin orijinalleri ise, Milet Müzesi’nde.

“Plinus”un bildirdiğine göre Milet Kenti yaklaşık olarak 90 koloni kurmustur. Bunların arasında “Sinop”, “Trabzon”, “Giresun” gibi şehirler vardır. Milet “LADE DENIZ SAVAŞINA” 80 gemi ile katılmış, tüm donanmasını yitirmiş ve kazanan Persler, M.Ö. 494’de kenti ve beraberinde Apollon Mabedini yakıp yıkmışlardır.

Klasik dönemde önemi büyük ölçüde azalmış olmasina rağmen Milet, Hellenistik dönemin ticaret, sanat ve bilim alanıinda başta gelen merkezlerinden biri olmuştur. Roma döneminde bağımsız bir kent olarak “Asia Eyaleti”nin, yani Batı Anadolu’nun belli başlı metropollerinden biri sayılmıştır. “Latmos Körfezi”nin M.S. 3. yy’da dolması üzerine, körfez çevresindeki “Priene”, “Myus” ve “Herakleia” gibi kıyı kentleriyle birlikte Milet de sönükleşmiş ve küçülmeye başlamıştır. Bizans çağında küçük bir köye dönüşmüştür.

M.S. 1071 Malazgirt zaferinden sonra Türkler Ege kıyılarına geldiler. O dönemde Bizans Milet’i kendi sınırları içine almış ise de Karia’daki Menteşoğulları Beylerinden Orhan, Milet’de kendi adına sikke bastırarak şehrin adını Platia (bugünkü BALAT) diye yazdırmıştır. Balat’da 1369 yılına kadar bağımsız bir “Metropolit” vardı. Bu yıldan sonra Metropolit “Afrodisias”a taşınmıştır.

Bölgenin eski yerleşim birimlerinden birisi olan Balat

1955 yılında yaşanan bir deprem felaketi sonrasında, kurulu bulunduğu Milet antik kentinin içinden alınarak, harabelere iki kilometre mesafede yeniden kurulmuş; geçmişinde Türkler’in ve Rumlar’ın bir arada yaşadığı, önemli bir ticari potansiyele sahip, pek çok uygarlığı içinde barındırmış, tarımsal faaliyetlerin yapıldığı şirin bir köyümüzdür.

Balat 13. Yüzyılda bu bölgeye hakim olan Menteşe Oğulları Beyliği’nin başkentiydi. Osmanlı Padisahi II. Murat Menteşoğulları Beyliğine son verince Platia Osmanlı idaresine geçmiştir. Şehir, Menderes Nehri’nin denizi doldurmasi sonucu coğrafi ve ticari önemini yitirmis, bugün itibari ile küçük bir köy halini almistir.
Tarihi kaynaklarda Balatın Menteşeoğulları beyliğinin en önemli kenti olduğu; ticari anlamda bir liman kenti olduğu yazar. Hatta öyleki Osmanlı döneminde Venediklilerin burada bir Konsolosluk açma, bir de kilise kurma girişimlerinin kayıtlarına da rastlanılır. Konsolosluk bile açılmak istenen önemli bir ticari merkez olan Balat o zamanlar bugünkü tiyatronun çevresinde konumlanıyordu.
Milet gezinizde sadece Antik Yunan – Roma deyip geçiştirmeden Menteşe oğulları beyliğinin bu önemli kentinden kalanları da ziyaret edin, Müze görevlilerinden İlyas Bey Külliyesinin avlusunu gezebilmek için anahtar temin edebilirsiniz.
MenteşeOğulları Beylerinden İlyas Bey tarafından 1404 yılında yaptırılan camii 18X18 kare Planlıdır.
Caminin dış kısmında yer alan küçük mezarlıktan ilerleyip; caminin avlusuna girdiğinizde cami girişinin her iki yanında bulunan tuz taşı da denilen bir cins mermere işlenmiş geometrik süslemelerin ardında geniş bir iç mekan sizi karşılıyor. Yer tabanı tuğlalarla örülmüş, köşelerde kubbeyi destekleyen ve Türklerin mimariye getirdiği önemli bir unsur sayılan Türk üçgenlerini görebilirsiniz. Bu geometrik olarak üst üste binmiş üçgenlerin asıl amacı bir süslemeden ziyade; kubbenin ağırlığını duvarlara eşit olarak dağıtmak. Dışarıdan bakıldığında küçük bir cami gibi görünen ilyas bey camii içine girilince sizi Türk-İslam sanatının geniş mekan anlayışı, muntazam havalandırması ve müthiş akustiğiyle karşılıyor.
Minareye çıkış içerden merdivenlerle sağlanıyor. Minare zaman içinde yıkılmış ve çıkmak tehlikeli olabilir. Külliyede başka hamam kompleksi, medrese, kütüphane ve öğrenci odaları bulunmaktaymış…

Restorasyon çalışmaları profesyonel bir ekip tarafından yapılan İlyas Bey Külliyesinin son durumunu bu yıllarda gezebilirsiniz.

Milet Tiyatrosunda yukarı basamaklara geçiş tünellerine giden yol

Milet antik kenti Tiyatro liman

Milet antik kenti Tiyatro liman

2000 sene önce Mileti gezerken:
Aşağıdaki haritada 2000 sene önce bir liman kenti olan Miletin yerleşim planı görülüyor. Bugün ovanın ortasında kalan Milet’e gelince tiyatronun önünden arabanızla geçip bilet gişesinin ardındaki park yerine park edebilirsiniz.
Örenyeri giriş biletinizi alıp Mileti gezmeye başlamadan önce buradaki restoranlardan suyunuzu, şapkanızı satın alabilirsiniz.
Giriş tiyatroyla başlıyor. Tiyatronun girişinden sola tünelin sonundaki basamaklar bizi tiyatro limanına götürüyor.
Buradan tiyatronun ikinci katına tırmanıyoruz. Mermer merdivenlerden ikinci kata çıktıktan hemen sonra denizi de görebiliyorsunuz.
Sola tünellerin devamına yürüyünce Balatlıların “kale” dedikleri, Pers istilasından sonra buradan vergileri toplamakla görevlendirilen Pers derebeyi Tissafernes’in kendisi için inşaa ettirdiği ve daha sonra Osmanlı döneminde de kullanılan burcun arkasından Hereon, Delphinium liman anıtını en kuzeyde görecek şekilde tüm Milet şehrine hakim bir tepeciğe ulaşılıyor. Tepecikten aşağılara yürüyünce Agora, Agoranın yanıbaşında dükkanları yola bakan ve Roma İmparatoru Kladiyüs döneminde yaptırılan Stoa görülebilir. Kış aylarında Stoa’nın baktığı Agora tamamen yağmur sularıyla örtülüdür. Yaz aylarında bu sular çekilir ve agoranın taş kaplı meydanını kahverengi bir halı gibi örter, rahatça gezilebilir. Dikenler ayaklarınızı üzmesin istiyorsanız burunları kapalı ayakkabılar, sandaletler giymekte fayda var bu takım yerlerde.
Agoralar günlük pazaryeri işlevinin yanısıra mitinglerde halkın toplandığı söylev yerleri olarak da kullanıldılar. Bu agoranın güney batısında meclis binası ve tahıl ambarı yer alıyor. bitişiğinden Serapis tapınağına geçince bazilika tarzında inşaa edilen bu yapının alınlık kısmında kırılmış olmasına rağmen bir baş kabartması -büyük olasılıkla Serapis’e ait- dikkat çeker. Başın çevresinde güneş ışınlarını andıran şekiller vardır ve ilk bakışta Amerikadaki özgürlük heykelini andırır.
Buradan çıkıp devam edince Faustina Hamamlarına varılır. Serapis tarafından girilince appoditerium yani soyunma odalarının bulunduğu kısma giriş veren kemerli yapı ilginç mimarisiyle fotoğraflıktır.
ılık orta-ılık ve sauna bölümlerini takip eden koridorun sonunda havuzlu bölüm yer alır. Havuzun tabanı mermer ve basamaklı olup kuzeyinde nehir tanrısı Maindros sol dirseğinin üzerine yaslanmış ve elinde bir kova tutmaktadır. Antik kentlerde Maindros heykelinin ellerinde tuttukları bu kovaların dikliği nehrin debisi hakkında fikir verir.
Havuzun doğu kıyısındaki aslan heykellerinin memerden yapılmış orijinalleri tıpkı yine aynı yerdeki Maindros heykeli gibi Milet müzesinde korumaya alınmıştır. Buradaki beyaz çimentodan kopyaları neredeyse birebirdir.

Hamamın bitişiğinde paleastra denilen eskiden güreş tutulan, jimnastik yapılan bir alan ve bunun devamında dükkanlar ve jimnasyum yer alır.
Buradan devam edince güneyde İlyas Bey Külliyesi yer alır.

Yine İlyas Bey Külliyesinden yürüyerek Müzeye giden asfalta; oradan da aracınızın bulunduğu park yerine geçebilirsiniz.
Önümüzdeki yıllarda açılması beklenen Milet Müzesi görmeye değer. Şimdilik Müzenin karşısındaki filozoflar parkında mola verilebilir.

1. Liman kapısının her iki yanında yer alan aslan heykelleri

2. Helenistik Tiyatro

3. Hereon anıtsal mezar yapısı

4. Küçük Pazaryeri

5. Kuzey Agora

6. Delphinion, yunuslu anıt

7. Kapito Hamamları

8. Jimnazyum

9. Bouleterion: meclis binası

10. Güney Agora

11. Serapis Tapınağı

12. Stadyum

13. Batı Agora

14. Athena Tapınağı

15.Şehir Surları

16.İlyas Bey Külliyesi, Türk hamamları

Tips:

Rahat ayakkabı, sırt çantası, fotoğraf makinesi, su, güneş kremi, şapka, nakit para (yol boyunca Söke ve Didim merkez dışında bankamatik yok) . Özel yada kiralık araçla geliyorsanız petrol istayonlarının biri Akköy – Akyeniköy yolunda (Akköy’e en yakın ) diğeri Priene antik kentiyle Güllübahçe kasabası arasında mevcut. Yanınızda Harita ve DidimGuide bulundurun.
Menderes Deltası aynı zamanda bir millipark.
çeşitli mevsimlerde göçmen kuşlar ve nesli tükenen çeşitleri gözlemleme fırsatınız olabilir.

Ulaşım Milete nasıl gidilir ?

Bodrum’dan gelenler için Akbük kavşağından sonra ikinci kavşak, Yeniköy Dalyanı. Buradan her her 10 dk da bir Didim Seyahat midibüsleri geçer.
Akköy’de inin. Akköyden yürüyebilir yada Balat Birlik minibüslerine binebilirsiniz.

Balat Birlik Minibüsleri Balat – Didim seferi yapıyor.

Akköyden Balat minibüsleri Didim – Balat arasında düzenli seferler yapıyorlar.

Söke’den direkt Güllübahçe Belediyesi araçlarıyla Prien’i gezebilir, ardından anayola çıkıp Balat Birlik minibuslerine binebileceğiniz gibi, Tekrar Söke’ye (her 15 dakikada bir) gidebilirsiniz. Prien için tam gün ayırdıysanız, Sabahın erken saatleri yada akşam saatlerini tercih edin. Yaz sıcağında Athena Tapınağına tatlı bir tırmanış yapacağınız için yanınıza su, şapka gibi malzemeleri mutlaka alın.
Erkenciyseniz Eski Güllübahçeyi sorun. Eski Güllübahçe yada eski adıyla Gelebeç kasabasındaki Aziz Nikolaos (Nam-ı diğer Noel Baba) Kilisesi görmeye değer.

Didim’den Milet’e Priene gitmek isteyenler Akköy’de herkesin kullandığı sağ taraftaki Söke yolunu değil; düz giden yolu kullanırlar. Bu yol yaklaşık yirmi metre sonra Sarı bir tabelayla Milet’e, sola döner. Her iki yol da sonunda Sökeye gider. Milet yolundan gidenler 7 kilometre daha uzun ve Bodrum Milas yoluna göre biraz daha dar bir yol seçerler.